16 Kasım 2009 Pazartesi

"olmasaydı sonumuz böyle"

Bazı kimseler ile sanki aramda kurulu gizli bir kan bağı vardır. Acıları acıtır, sevinçleri sevindirir beni. Sanki onlar ile yıllardır tanışıyor, bir yüreği, bin derdi paylaşıyor gibiyimdir. Aynı sokaklarda yürümüş, aynı çaydanlıkta kaçak çay demlemiş, aynı domatesi ekmekle iştahla yemiş gibi gibi... Bu bazı kimseleri en iyi hissettiğim an, ölüm anlarıdır genelde. O ölüm haberini aldığımda yıllardır sahip olduğum, lakin kadir kıymetini bilmediğim bir yoldaşımı yitirmişçesine üzülürüm. Hani söylemek isteyipte söyleyemediklerin, anlatmak isteyipte anlatamadıkların olur da çok üzülürsün ya o ölüme; artık bir daha dönmeyecek, seninle sohbet etmeyecek, derdini paylaşamayacak...

Dershaneye gittiğim yıllar. Bir sonbahar akşamı eve döner dönmez Annemden aldım haberi. Ahmet Kaya ölmüş. Ölümüne mi üzülsem, zamansız gidişine mi? Yoksa haber programlarındaki hala aşağılayıcı ve mutlu üsluplara mı? Bilemedim.

Ahmet Kaya'yı anlamak için vicdanlı olmak gerekli. Çünkü sadece bir vicdan Ahmet Kaya'yı hakkıyla tartabilir. Kirlenmenin dayanılmaz ağırlığını Ahmet Kaya'dan gördük. Ve zincirlerinden boşalmayı ve mağaradan çıkmanın cezası...

Ahmet Kaya, Mağaradan çıkan adamdır. Ahmet Kaya kralın çıplak olduğunu haykıran çocuk yürekli, küçülmüşte büyümüş bir vicdandır. Yazık... Ahmet Kaya aptallar dünyasının çaresiz akıllısı, zamanından evvel açmış kardelen ve bu muz cumhuriyetinin Kassandra'sıdır.

9 yıl... Bir çocuk ömrü.

"Akbabalar cesedin etrafında toplanmakla yetinmezler. ölü yeterince büyükse, mezarını da ziyaret edeceklerdir."

Rehma Xwedé te be.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder