7 Kasım 2009 Cumartesi

"oku!"

Mertebelerin en yücesine sahip olan yaratıcı, yarattığı mertebece belirsiz bir varlığa yolladığı mesajına müthiş bir tavsiye ile başlar; oku...

Oku ama neyi? Bu sorunun cevabı yoktur. İllaki şunu yahut bunu oku denmez. Bunun da anlamı "herşeyi oku" olsa gerek. Oku. Kendini, başkasını, kainatı, hayvanatı, kitabı, gökyüzünü, yüzleri, sesleri.. İlla ki oku!

İlk insanlar bedeviyetin, yazı ise medeniyetin miladı. Yazı ile birikti, hayat suyu gibi toplumsal hafıza. Yazı ile seslendi torunlarına atalar. Yazı ile andı torunlar atalarını. Yazıyı ilk kullanan toplumlar tarihte daha bir söz sahibi iken, yazıdan yoksun güruhlar ise sadece lanet ile anıldılar. Yazıya sahip medeniyetler kökü derinde çınar iken yazısız kalanlar ot ve çimen sadece. Babil, Bağdat, İskenderiye ve Endülüs yazı üzerinde şaha kalkarken Moğol, Haçlı ve Skolastizm yazıyı düşman belleyip kararttılar aydınlığı.

Toplumların yazı ile aralarında kurduğu ilişki tarihten beslenip geleceği şekillendirmektedir. Özellikle 20. yy sonrası yazı daha da bir önemlidir. Daha da bir önemliyken yazı, toplumların yazıya yaklaşımı üç şekilde oluşmaktadır kabaca:

Yazıya değer vermek; en güzeli, toplumsal huzur ve ulusal yükselişin daîsi.

Yazıya düşman olmak; bazen gizli bazen aleni Faşizm, çöküşün habercisi.

Yazıyı hor görmek; geri kalmış birey ve toplumların utanıp sıkılmadan dile getirdiği günah, sebeb-i hasaret ve şaklabanlık. Ve de en kötüsü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder