17 Şubat 2010 Çarşamba

Bir mahkeme oyunu ve medya...

Ergenekon davası kapsamında gözaltına alınan başsavcı ve sonrasında olanlar....

Şahsını bir kenara bırakıpta medyanın olayı nasıl karşıladığına bakalım öncelikle.

Birgün gazetesi"başsavcıya gözaltı" manşetiyle verdiği habere "ismailağa ve fetullah gülen cemaatlerine yönelik soruşturmalar ile adı gündeme gelen... " devam etmesiyle belli ki ergenekon davasına hala mesafeli...

Güneş gazetesi "yargı şokta" manşetini atmakla hem kendi yaşadıkları şok duygusunu hem de tarafsızlığını ilan etmiş gibi.

Habertürk, "yargıda iç savaş" manşetiyle haberi karşılarken, bazı kocaman balıklara dokunulmaması gerekliliğini bize hatırlatmak istedi. Hukuk bazıları içindir, dercesine.

Gelgelelim Hürriyet. "gözaltına yetki isyanı" manşetiyle her zamanki gibi parmağın işaret ettiği yönü değil de parmağı tartışmaya açtı.

Sabah gazetesi "türkiye'de iki ilk" diyerekten demokrasiye ve sivilleşmeye selam çakmış.

Sözcü ise her zamanki gibi absürtkomedi.

Ya peki bugün ne oldu? Güvenirsizliği tartışmasız HSYK yine acil bir toplantı yaptı ve tarihin tekerrür etmesine olanak sağladı. Nasıl mı? Hani bir zamanlar bir Ferhat Sarıkaya vardı ya? Hani savcıydı ya kendisi? Ve hani hazırladığı bir iddianame ile Büyükanıt'a dokunmuştu ya? Ve hani sonra sırf bundan dolayı HSYK tarafından avukatlıktan dahi men edilip, doğduğuna pişman ettirilme çalışılmıştı ya. İşte yine aynısı olacak gibi. Ne mi oldu?

" ceza muhakemesi kanunu'nun (cmk) 250/3. maddesindeki amir hükmün ihlal edilerek, görev ve yetki aşımında bulunulduğunu tespit eden hsyk, erzurum özel yetkili cumhuriyet başsavcıvekili tarık gür, cumhuriyet savcıları rasim karakullukçu, mehmet yazıcı ve osman şanal'ın, cmk 250. maddesi kapsamındaki yetkilerinin kaldırılmasına karar verdi."

Son dakika haberi: erzincan cumhuriyet başsavcısı i̇lhan cihaner'in tutukluluğuna yapılan itiraz reddedildi

(İyi ki…)

12 Şubat 2010 Cuma

Maske yüzden önce gelir...

Bugün Amberin Zaman'ın yazdığına göre Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ üzerine "İlker Başbuğ" isimli bir yazı yazmıştı. Bu yazıda da İlker Başbuğ ile ilgili bilmediğimiz bazı meziyetleri sıralamıştı. Neler mi mesela?;


-Karşıma çıkan tabloda Başbuğ darbelere alerjisi olan, okumaya acayip meraklı, zeki, entelektüel ve mütevazı bir figür olarak çıktı.

-Başbuğ’a göre bir subayın barındırması gereken temel ögelerden biri ‘şövalyelik’ ruhu.
Felsefeye çok düşkün olan Başbuğ daha Genelkurmay Başkanı olmadan Harp Akademileri müfredatına felsefe dersini koydurmaya başaran komutan.

-Subay adaylarında aranan baslıca özellikler arasında ‘mizah anlayışına’ sahip olma özelliği var. Başbuğ şaka anlayışının Türk subaylarına da aşılanmasını istiyor.

-TSK’nın ‘din düşmanı’ olduğuna yönelik suçlamalardan son derece rahatsız. TSK’nın imajında bir ‘dalgalanma’ olduğunu kabul ediyor. Halkın ‘tüm değerlerine’ saygılı olunması gerektiğini vurguluyor. ‘İnsan odaklı’ bakışı benimsiyor. Geçtiğimiz Zafer Bayramı kutlamalarında TSK’nın yurt çapında astığı afişlerde başörtülü bir hanımın da bulunması Başbuğ’un fikri.

gibi gibi niceleri...

Tüm bu tespitlerin önüne ünlem işaretimi bırakaraktan başka bir şey söylemek isterim. Bizi İlker Başbuğ'un meziyetleri zerre miktar alakadar etmez. Sonuç itibariyle ne sınıf arkadaşımız ne de aynı mahalleden oluruz kendisiyle. Çok çok çok iyi bir insan olabilir. Kürtlerin ezilmişliğine, Alevilerin dışlanmışlığına, Ermenilerin katledilişine kani de olabilir ama bizi ilgilendiren yüreğinden yahut aklından geçenler değil, arkasına diğer generalleri alarak bağıra bağıra parmak sallamasıdır. Genelkurmay başkanı da dahil olmak üzere tüm siyasi karakterlerimiz -ya da karaktersizliklerimiz mi?- tiyatro oyuncularına benzerler. Gerçek yüzleri ne olursa olsun biz sahnedeki yüzleri ile iletişimdeyiz. Aklımızda sahne gerisindeki halleri değil sahnedeki halleri kalır ve işlevseldir. Hal böyleyken sahne önünde diktatör rolünü oynayanların, meğerse sahne gerisinde çokta cici olduklarını söylemeye gerek yoktur. Bu sadece Başbuğ için değil herkes için geçerlidir.